Kaygılanmak Normal mi?
Türkiye’de hangi bireye sorarsanız sorun, kendisine ve en yakınına ait bir kaygıdan öncelikle söz eder. Sohbetin bir yerinde de yaşadığı coğrafyaya, ülkeye ait kaygıdan bahseder.
Kaygı ne zaman ortaya çıkar ve devamlılık arz eder ? diye bir bakalım…
Kaygı kişide stresli ortam oluştuğunda, yaşamda baş etmemiz gereken şey olduğunda gelişen duygudur. Bu psikolojik süreç duygusal alanda korku ve gerginliği yaşatacaktır. Korku ve gerginliğin beslediği davranışlarda insanın günlük yaşamına, kararlarına, etki-tepki davranışlarının değişmesine neden olacaktır.
Biz şimdi;
– Stres altında mıyız?
– İşimizi kaybetme ile ilgili endişemiz var mı?
– Ekonomik daralma endişemiz var mı?
– Borçlarımızı ödeme endişemiz var mı?
– Sağlık sorunlarımızın çözümünde endişemiz var mı?
– Eğitim ve öğretime ait sıkıntımız var mı?
– Çocuğumuzun günlük yaşamına ait güvenlik endişemiz var mı?
– Sokağa ait güvenlik endişemiz var mı?
– Deprem korkumuz devam ediyor mu?
– Çevre kirliliğine ilişkin korkumuz var mı?
– Gıdalara güveniyor muyuz?
– Çıkan sorunlara çözüm bulmada çaresizlik hissediyor muyuz?
– Yönetimlere güveniyor muyuz?
– Kendimizi yalnız hissediyor muyuz?
– Her gün yarıştırılıyor muyuz?
– Sesimizi toplumsal alana duyurabiliyor muyuz?
– Kanser olacak mıyız?
Bu soruları çoğaltmak mümkün ama burada kesiyorum ve diyorum ki; birey özelin de toplumsal alanda kaygı geliştirilecek zemin tamdır.
Kaygı yoğun ve çok rahatsız edici bir duygudur. Korku geliştirilmesine olanak sağlar. İnsan yaşamında normal süreçte kaygı durumunun yeri vardır ve anormal bir durum değildir. Ama kaygı yaratan şartların devamlılığı, artarak devam etmesi, bireyden bireye ve topluma yaygınlaşması endişe verici bir durumdur.
Az önce de belirttiğimiz gibi korkuyu tetikler. Korku, öfkenin zor kontrol edilmesini, duygu durumlarının düzensizliğini, çaresizliğini, motivasyonsuzluğu getirecektir. Bizi çözüm üretmekten ve umut etmekten uzak düşürecektir. Toplumsal yalnızlık ve özgüvensizlik beraberinde gelecektir. “Kahraman” beklentisi oluşacaktır. Dayanışmanın, paylaşmanın önüne engel teşkil edecektir.
Şimdi soralım bakalım; ülkemizde artan şiddete, sokaktaki öfkeye, umutsuzluğa, yönetime güvensizliğe en önemlisi bireysel anlamda kişiler arası güvensizliğe…
Tüm bunlara bakıp, yolda-işte-evde vb. alanlarda, her girilen ilişkide bu kaygıyı görmek mümkündür.
Yeni doğan ve büyüyen neslin, kişilik gelişiminde özgüven eksikliğini, umutsuzluğu da geliştiren bu kaygıyı çözmek zorundayız. Bu yalnızca bireysel iyileştirmelerle gerçekleşmesi mümkün olmayan, toplumsal bir yapılanmanın değişimin gereği olan bir durumdur.